Kötü Muamele Görenin Bağışladığı Taşınmazı Geri Alması – Tescil Davası

Kötü Muamele Görenin Bağışladığı Taşınmazı Geri Alması – Tescil DavasıBağışlanılan, bağışlayana veya ailesine karşı yasaya göre yükümlü olduğu ödevlere önemli bir saygısızlık gösterdiği takdirde; bağışlayanın, bağışın bozulmasını, bağışlanılan kişinin elinde halen ne kalmış ise onun geri verilmesini dava edebilir. (818 sayılı Borçlar Kanunu madde 212, 244) (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 292-295)

Taraflar arasında görülen davada; davacı, davalıya bağışladığı dava konusu 1/4 payın Borçlar Kanunu’nun 244. maddesi gereğince iptalini ve adına tescilini istemiştir. Davalı davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Davanın reddine ilişkin olarak verilen hükmü süresi içinde davacı temyiz etmiş ve temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasını istemekle; dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Davacı baba, davalı ise oğuldur. İleri yaşlarda bulunan davacı baba, 27.10.1960 tarih 6 numaralı tapu ile kayden maliki olduğu dava konusu taşınmazdaki 1/4 payını 27.10.1960 tarihinde oğlu davalıya koşulsuz olarak bağış yolu ile temlik etmiştir. Davacı, davalının kendisini dövmesi nedeniyle bağıştan dönmeyi içeren işbu iptal davasını açmıştır.

Mahkemece; dava, dövme olayında davacının da kusurlu bulunduğu gerekçesiyle red edilmiştir.

Davada dayanılan hukuksal neden Borçlar Kanunu’nun 244. (Türk Borçlar Kanunu madde 295) maddesinin 2. bendinde yer alan hükümdür. Borçlar Kanunu’nun 244. (Türk Borçlar Kanunu madde 295) maddesinin 2. bendinde “lehine bağışta bulunulan bağışlayana veya ailesine karşı kanuna göre yükümlü olduğu ödevlere önemli bir saygısızlık gösterdiği takdirde bağışta bulunanın bağışın iptaliyle, lehine bağış yapılan kimsenin elinde halen ne kalmış ise onun geri verilmesini dava edebileceği” yazılıdır. Kanun koyucu sözü edilen bentteki “ehemmiyetli surette riayetsizlikte bulunmuş” olmanın anlamını ve sınırını belirtmemiştir. O halde, bu ödeve hangi hallerde önemli bir saygısızlık gösterildiği davanın esasını oluşturan olayların özellikleri göz önünde tutularak değerlendirilecek ve takdir olunacaktır.

Olaya bu anlayış içerisinde yaklaşıldığında durum şöyledir: Bağışa konu olan taşınmazın kirası yönünden aralarında çıkan anlaşmazlıkta davacı baba, davalı oğluna sövmüş, davalı oğul da kendi oğlu ile birlik olup davacıyı dövmüşlerdir. Sonuçta taraflar sulh ceza mahkemesinde yargılanarak hakaret ve dövme suçlarından hüküm giymişlerdir. Mahkumiyetle sonuçlanan olaya önce davacı babanın sebep olduğu ve bu yönün ceza mahkemesince cezayı indirici neden sayıldığı kesinleşen mahkumiyet hükmü ile sabit olduğu için tartışma konusu değildir.

Sorun, özde ve genelde babanın oğluna sövmesi olgusunun mu, yoksa oğlunun kendi çocuğu ile birleşerek babayı dövmesi olgusunun mu daha kınayıcı olduğunda toplanmaktadır.

Çağdaş toplumlarda olduğu gibi Türk toplumunda da, sosyal düzenin temelini ailenin oluşturduğu bir gerçektir. Özellikle Türk toplumunun sosyal yapısı gereği geleneksel aile anlayışında anne ve babanın saygın bir yeri ve yadsınamayacak bir değeri vardır. Her halükarda anne ve baba çocuklarınca el kaldırılmayacak, üzerlerine toz kondurulmayacak kutsal kişilerdir. O halde, hangi koşullar içerisinde olursa olsun oğlunun babayı dövmesi, babanın oğlu sövmesinden daha ayıp ve daha kınayıcı bir davranıştır. Baba ve annenin çocukları üzerinde yasal bir çok hakları olmasına karşın, çocuklar reşit olsalar bile anne ve babaya karşı mutlak saygı ile yükümlüdürler. Türk toplumunun genel ahlaksal yargısı böyle olduğu gibi, hukuk düzeni de bundan farklı değildir. Tük Yurttaşlar Yasasının mirastan yoksun bırakmayı düzenleyen 457. (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu madde 510) maddesinin 2. bendi hükmü bu görüşün açık bir kanıtıdır. Nitekim 457. (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu madde 510) maddenin 2. bendine ilişkin tüm bilimsel açıklamalar, Borçlar Kanunu’nun 244. (Türk Borçlar Kanunu madde 295) )maddesinin 2. bendi için de doğru sayılmaktadır.

Dosya içerisinde mahkemenin kabul ettiği ve hükmüne gerekçe yaptığı gibi babanın bağışlama olgusunu oğluna ezada bulunmanın aracı ya da belgesi olarak kullandığını gösteren ve kanıtlayan hiçbir delil ve karine mevcut değildir.

Hal böyle olduğuna göre; davalı oğulun tutum ve eylemi, daha çirkin ve daha kınama nitelikte bulunduğundan davanın kabulü zorunludur. Mahkemenin bu durumu değerlendirmede ve takdirde yanılgıya düşerek yazılı olduğu üzere davayı reddetmesinde isabet yoktur.

Temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, (Y.1.HD. 02.07.1981 T. 8566 E. 8841 K.)

Nizam TUTUCU
Emlak Danışmanı

Bir Yorum Gönder